0850 470 02 62

info@cmaakademi.com

Tag neuroscience

Motosiklet Sürüş Deneyimi ve Beyin

İnsan beyni milyonlarca yıl içinde ihtiyaçlarına, çevresel koşullarına, yaşam biçimlerine göre şekil almış ve beş duyu organının yardımı ile  içinde bulunduğu dünyayı algılama ve yön verme yeteneğine ulaşmıştır.

Türümüz bundan yaklaşık 2.4 milyon yıl önce Afrika’da Hominini ve Australopithecine primatları olarak ortaya çıkmış ve yürüyerek Afrika’dan Asya’ya Avrupa’ya ve nihayet Amerika’ya ulaşmıştır.

Bu Adem ile Havva’nın uzun yürüyüşüdür.

İnsanoğlunun koşma becerisi yüksek değildir. Gerektiğinde kaçabilmek ya da kovalamak için sınırlı bir gücü vardır. Diğer yandan insanoğlu iki ayağı üzerinde  durmaya başlayınca  ufuk çizgisini görmüştür. Uzun mesafeleri aşmayı hedefleyen, gelecek zaman algısına sahip tek canlıdır.

Bitmek bilmez yolculuğu için gerekli ulaşım konfornun keşfi işimizi kolaylaştırdı.

Önce hayvanlar sonra ilkel taşıtlar, suyu aşma, yükseğe çıkma, daha çabuk ulaşma…

Artık ulaşmak için insanın araçtan daha çok aracın hızına ilgisi var. Zira nasıl olsa ulaşabileceğini biliyor.

Mil ya da kilometrenin önemi kalmadı. Artık ışık hızı ile yarışan bir insanoğlu var.

Peki beynimiz özellikle son yüzyıla ait gelişmelerle eşgüdümlü müdür?

Ne yazık ki hayır!

Hala atalarımızın beynine sahibiz.

Ve beynimiz bu yüz yıla ait hıza uyum sağlayamadı…

Beyin, hepimizde var. Peki kullanma kılavuzunu hiç okudunuz mu? Beyin dünyanın en karmaşık yapısı; elektro-kimyasal bir düzenek. Beyin bir adaptasyon organı. Eğer müdahale edilmezse son derece başına buyruk hareket edebilir, gerçekleri çarpıtabilir, yalan söyler, yanlış ya da eksik hatırlar, kendine göre anlamlar verir, hikayeler uydurur ve kendiliğinden bilinçli çalışmaz. Oysa bizler kararlarımızın mantıklı değerlendirmeler sonunda aldığımızı iddia ederiz. Beyin öznel evrenini yaratır. Öyle ki beyin sıkıcı konuşmaları olduğu gibi kaydetmez. Onları daha ilginç hale getirerek yeniden yazar… Her şey beyindedir, algıladığımız dünya içimizde aslında.

Tüm duyu organları beynin verileri nasıl kodladığı ile ilgili sonuç verir.

Net göremeyiz,

İyi duymayız,

Hissettiğimiz ısı ile gerçek ısı farklıdır,

Yemeğin tadını bile koku duyusu ile birleştirerek alırız…

Etrafımızda olup bitenleri eksik algılarız. Eksik kalan kısımları ise varsayımlarla tamamlarız.

Bir “Motosiklet Sürücüsü” beyninde mutlaka olağan işlevlerden fazlası var…

Neden daima  ileriye bakmalıyız?

Beyin için güvenli sürüş nedir?

Neden risk  alıyoruz? Korku ve haz aynı mezolimbik ödül sistemi içinde mi?

Hedefe ulaşmak mı yoksa sürüş keyfi mi?

Rüzgarı hissetmek beyni nasıl etkiliyor?

Kaza, ihmalkar davranış-beynin rahatlığı nasıl meydana gelir?

Hedefe ulaşmak mı yoksa sürüş keyfi mi?

Araç sürücüleri motor sürücülerini neden görmez?

Beyin tehlikeyi ne kadar hızlı fark eder?

Yolculuğu beyin nasıl algılar?

Genç beyin ile tecrübeli beyin  arasındaki risk alma faktörleri sinirbilimsel açıdan farklı mıdır?

Beynimiz mi “Makine”ye hükmediyor yoksa “Makine”mi insana hükmediyor?

“Motor” korteks ile duyusal korteks uyumu(suzluğu) sürüşü nasıl etkiler?

Perspektif ilkelerini beyin öğreniyor mu yoksa yolların  yakınsayan çizgileri doğuştan mı görüyor?

Sosyal beynimiz için motorsever gruplar ne anlam taşır?

Motorsever  neden yardımseverdir?

Motor sürüşü planlama ve koordinasyon becerilerini nasıl artırır?

Motor sürüşü beyni neden rahatlatır?

10.000 saat mi 30.000 km mi?

Tags, , , , , , , , , , , , , , , ,

Gülümsemenin Sihri

Gülümsemek, uzun evrimsel süreç içerisinde bilişsel bir stratejidir. Bizi birbirimize bağlıyor, onay ve mutluluk anlamına geliyor. Mutlu olunca mı gülümsüyoruz yoksa gülümsediğimiz için mi mutlu oluyoruz? Yanıt, her ikisi de. Mutsuz ruh haline karşı gülmek şahane bir ilaçtır. Güldüğümüzde başta “zygomaticus major” kası çalışır. Ve uç uca etkileşen bir dizi sistem ile endorfin salgılarız. Endorfin bizi iyi hissettirir. Bizler, nörokimyasal bileşenlerden oluşan zincirleme reaksiyonlarız. Gülmek bu yüzden bulaşıcıdır. Bol bol gülümseyin:)

Tags, , , , , , , , , , , , , , ,

Anneniz Size Hiç “Feedback” Verdi mi?

Bir toplumun kültürel dokusu yüz yıllar, bin yıllar ile oluşur. Kendi birikimleri ile varlığını sürdüren toplum bireyleri ortak dilin yanında, ortak beden dili, ortak tamlamalar, ortak söz dışı seslerle iletişim kurabilirler. Bu ileti alışverişi bebeklikten itibaren kodlanır ve tüm yaşam süresinde anlaşmamızı sağladığı gibi ortak kültür mensuplarının birbirilerine bağlanmalarında da önemli bir unsurdur.

Bireyler arası birincil derecede ilişkilerde kültürel kodların anlaşılmasında genellikle bir sorun yaşanmaz. Eğer kültürel kodlar arası uyuşmazlık varsa bireyler birbirlerini anlamaya, çelişik kod varsa gerekirse hoşgörmeye çalışır ya da en fazla bu iletişimin mümkün olmadığına karar verip iletişimi kesebilir. Oysa resmi, duygusal iletişimi zayıf, kısa süreli, genellikle yazılı kurallara bağlı, büyük gruplar arasında görülen  ikincil ilişkilerde zorunluluk nedeniyle yaşanan kısa ve periyodik iletişimlerde, seçim hakkının olmadığı sosyal ilişkilerde kültürel kodların uyuşmazlığı büyük sorunlara yol açabilir.

İkincil ilişkiler şirketlerde, sendikalarda, resmi ve ticari ilişki halinde olan taraflar arasında görülür. Bu kurumlar ve kişiler arasında ikincil ilişki nedeniyle doğal olarak görülen mesafeye bir de kültürel kod uyuşmazlığı eklenirse taraflardan en çok hedefi olan tüzel kişiliğin etkilenmesi kaçınılmaz.

Bir örnekle somutlaştıralım: İkincil ilişki içinde olan taraflardan birisi müşteri diğeri çağrı merkezi olsun. Müşteri çağrıya “Selamünaleyküm” şeklinde başlasın. Çağrı merkezinin yazılı iletişim kalıpları içinde iki seçenek vardır. Ya adabı muaşeret gereği selamın verildiği şekliyle karşılık verilir : “aleyküm selam”, ya da kendi standartı gereği “”İyi günler/akşamlar nasıl yardımcı olabilirim?” şeklinde karşılanır. İşte kültürel kodları yok sayan ikinci  yaklaşım modeli,   müşteri ile çağrı merkezi arasında daha iletişimin başında müşterinin kuruma yabancılaşması ile sonuçlanır.

Çağrı merkezinin konuşma kalıpları belki 10 belki 30 yıllık bir tarihe sahipken, bahsi geçen selamlama yüzlerce yıllık bir geçmişe sahiptir.  Toplumun hafızası, alışkanlığı, takdir ettikleri, değerli buldukları, inandıkları, görenekleri, gelenekleri  tüzel kişiliklerin dahili kurallarının üzerinde değildir ve olmamalıdır.

Çok uluslu şirketlerin satışta yerel kültürlere uyarlanmış tanıtım ve reklamları ile başarı sağladıkları ortadadır. Ramazan pidesi ve camii görüntüleri ile ilahi eşliğinde reklamı olan içeceği hepimiz hatırlarız. Şimdilerde Karadeniz yemekleri ile sofralardaki yerini sabitleyen reklamını izliyoruz.

Global firmaların kültürel kodlara göre strateji geliştirmeleri ile seyreden yeni dünya düzeninde gelişmekte olan ülkelerin yönetsel becerilerini yerel unsurlarla geliştirmek yerine doğrudan batı yönetim sistemlerini bire bir uygulamaya çalışmaları ne kadar ironiktir.

Tamamı Türk sermayeli olan bir şirketin tamamı yabancı sermayeli bir şirkete satılması sonrası gelen yabancı danışman ve yöneticilerden feyz alarak(!) yıllardır astların üstlerine  Hanım/Bey sıfatlarını kaldırarak hitap etmeleri ile aradaki tecrübe farkını da bir günde aşabileceklerini zannedenler yine aynı gelişmekte olan ülke çelişkisini yaşayan bireylerin kültürlerine yabancılaşmasına örnek olabilir. Ahilik sisteminden modern iş hayatına devşirilmeye çalışılan  bir kültürün mensupları için fazla hızlı bir adım…

Performans değerlendirme sistemlerinde yöneticinin astları ile yapacağı değerlendirme görüşme modelleri de yine batı kültür ve birikimi ile bugünkü yapısına kavuşmuş olabilir. Çalışana koçluk yapmak, yaptığı işe ve çıktılarına ilişkin “feedback” vermek, diyalog ile hedef performansa erişmek, kişisel yetkinliklerinden faydalanmak için kurumsal strateji entegrasyonu  aşamalarının yerel kültürümüzdeki yansıması çelişik sonuçlara neden olabiliyor. Batı standartları ile yapılan bir performans görüşmesini canlandıralım: Bir yönetici mütebessim bir ifade ile ( değerlendirilenin rahatlaması için) astına birtakım gelişim alanları olduğunu, neler olduğu konusunda kendisinin mutlaka bir fikri olduğunu, bunları kendisi ile pyalşamak isteyip istemediğini sorar. Ast, tek tek anlatmaya başlar. Yönetici teşekkür eder, aktardığı konularda mutlaka “aksiyon alacağı” konusunda emin olduğunu ekler ve görüşme biter. Sonra ast, yerine gider ama içinde hissettiği bir mutsuzluk vardır. Oysa yöneticisi son derece yüreklendirici, güleryüzlü ve iyi görünüyordu. Peki neden mutsuz hisseediyordu? Temelde yüz ifadesi ile konuşma içeriği arasındaki çelişki diyebiliriz. Çünkü aslında bebeklikten itibaren bizler  anne yada babamızdan “feedback” almamışızdır.  Doğrudan hoşnut olunmayan konu ne ise ebeveyn tarafından çocuğa söylenir ve bu sözler hiç de mütebessim bir ifade ile söylenmez. Yönetici de aslında hoşnut olunmayan bir performansa ilişkin görüşme yapmıştır. Ama ifadesindeki mesaj olumlu iken içerikteki olumsuzluk bireyin bilinç alanının dışında farklı değerlendirme uyarıcılarının zıtlığı nedeniyle mutsuzluk yaratmıştır. Gerçek duygu yansımayı olmayan iletilerle bir iletişimde samimi ve hedefli bir sonuç almak ne kadar mümkün olabilir?

Yerel unsurlar, kültürel kodlar, bizi biz yapan değerler yok sayıldığında sonuç, bireyin ikincil ilişki içinde olduğu tüm yapılara karşı yabancılaşması neden olur.

Başarılı çalışanlara, müşterisi memnun şirketlere ve dolayısı ile hedeflenen başarıya ulaşmış organizasyonlara ulaşmak için batının satışta uyguladığı yerelleşen global şirket stratejileri neden uygulanmasın ki?

Tags, , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , ,